bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - bursa escort - bursa escort - escort bursa - escort bursa -
izmit escort şişli escort istanbul escort anadolu yakası escort bayan
Bugun...
SON DAKİKA

Bu Kibir Elbette Bir Gün Yıkılacak

Selim İleri’ye göre, Anadolu kültürü iktidara gelince, bunu tahammül edilmez bulanlardaki o kibir er geç yıkılacak: Aynı yurdun insanı olduğunuzun bilincine varınca onların da burada yaşama hakkını onaylamak durumundasınız. Başka ne olabilir ki?
facebook-paylas
 Tarih: 31-08-2009 08:31:00

Bu Kibir Elbette Bir Gün Yıkılacak

 

 

 

 

 

İstanbul’da kitabevleri bir bir kapanıyor... Sizin anılarınızdaki İstanbul’dan çok farklı artık... İnsanlar liste başı kitapları okuyor ama liste başı olan kitaptan başka bir kitaba sıçrayamıyorlar. Öyle bir noktaya gelindi ki Türkiye’de, çok şey değişti ama bana sanki her şey tekerrür ediyormuş gibi geliyor.

Otuz sene önceki sorunlarla bugünkü sorunlar arasında çok ciddi bir fark göremiyorum. Kitabevlerinin kapanması bir geriye dönüş değil, enflasyonist bir anlayışın sonucuydu. Bizim yetiştiğimiz çağda üniversiteye parkayla girmek sorundu, şimdi başörtüsüyle girmek sorun. Al birini vur ötekine. Sonuçta çul bu, başka bir şey değil, bırak onu da giysin ötekini de giysin.

Arada değişen başka ne var? 
Üslup değişikliği var, 1960’lardan itibaren İstanbul’da iç göçün getirdiği değişim oluştu. Anadolu’dan İstanbul’a gelenleri İstanbullular hiç benimsemedi, hatta dışlamayı bir İstanbulluluk vasfı zannetti. Sandılar ki, İstanbullu olmak içe kapanıp onları hor görmek. Çok hatırlıyorum otobüslerde minibüslerde üzeri taşra giyimli olan insanlara ne kadar kötü muamele yapıldığını. O insanlar kültürlerinin İstanbulla karışmasını sağlayamadı. Kaynaşamayınca, ortaya ne İstanbullu olan, ne Anadolulu olan tuhaf bir karışım çıktı, ilk büyük dönüşüm bence orada oldu. İstanbul geçmiş kültürün gülünç bir özentisi oldu. Konuşma biçiminden, yaşama sevincine, gustosuna kadar kaybolmuş olan bir hal aldı. Doğma büyüme İstanbulluyum ama böyle bir sonucu, İstanbul kendi istedi diye düşünüyorum.

İstanbul’daki değişim Türkiye’nin de örneği sayılır değil mi?
Evet, siyaseten de öyle, taşrayı, taşradaki insanların yaşayışını, inancını küçümseyerek gelinmedi mi bu günlere de? İki ayrı insan, yaşama biçimi varmış gibi, temelde belki ikiden de fazladır, temel olarak iki tane. Bir tanesi kent kültürü içinde Batılı olduğunu düşünen, Anadolu’da veya İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde bizim yaşadığımız semtler dışında yaşamayanlar, bir de Anadolu kültürü. Bu kültür bir anda iktidara gelince bu tahammül edilemez bir şey oldu bu insanlar için.

Bir hezeyan hali var değil mi?
Evet, aşırı derecede elitizme işaret ediyor. Bir kibir var bunun altında ve yıkılmaya mahkûm bir kibir bu. Hiçbir karşılığı olabilecek bir kibir değil. Ama bunu bir şekilde söylediğiniz vakit, hemen gericilikle veya iktidar yanlısı olmakla suçlanıyorsunuz. İktidar yanlısı olmakla hiçbir ilgisi yok, o insanlarla aynı yurdun insanı olduğumuzun bilincine vardığımız andan itibaren onların yaşama haklarını onaylamak durumundasınız, başka ne
olabilir ki?

Bir başka insanın kültürünü karşınıza alıp çatışmaya başlayınca olan kültürün kendisine oluyor...
Kendisine oluyor evet, karalama tavrı dışında, insanca, uygarca olan hiçbir şey kalmadı. Oysa her yaşama biçiminin zaman içinde kendi kendine var ettiği bir medeniyet oluşuyor. Ama iki tarafa da baktığımız vakit, ne İslamcı geçinen kesim, ne laik kesim, iki tarafta da medeni bir çehreye sahip değil. En büyük trajedileri bu belki de. Buradan birleştirici bir yere gidilmesi gerekiyor. Buna kimse yanaşmıyor. Biraz bunda okur yazar insanların, basının da katkısı var, her şey olay, her şey korkunç.
Bu bir yerde noktalanmalı. Başkasının yerine kendisini koyabilmesi gerekiyor insanların. İnsanlar, zannediyorum en olmayan şeyi en çok kullanıyor, empati gibi. Empati olsa böyle bir şey olabilir miydi? Benim her iki kesimden de çok değerli, çok yakın dostlarım var, onlarla konuştuğunuz vakit büyük iç acılarıyla karşılaşıyorsunuz. İki tarafı da anlamak gerekiyor, ama biraraya gelmelerini teklif ettiğiniz vakit, korkunç derecede uzlaşmazlık var. Birlikte yaşamanın da medeniyeti vardır. En son Bodrum’a gittim, yıllardır giderim Bodrum’a, bu sefer üzüldüm. Migros’a gidiyorsunuz, başörtülüsü de var, açık olanı da var. Her iki taraf da birbirine karşı gayet mesafeli, gayet soğuk. Bodrum’da oldukları için zorunlu bir saygı var aralarında ama yüzlerine baktığınız zaman bir asabiyet. Ben hissizliğe, insanın fikri hayatının olmaması sonucu olarak bakıyorum.
Bakmam ki ben karşımdaki insanın ne giydiğine. Başka yığınla işim vardır, okumak istediğim kitap vardır, başkasının yaşamından bana ne?
1980’den önce devrim isterken, şimdi olanlar bana bu ihtimalin uzak olduğunu düşündürüyor, bence Türkiye’de devrim olmaz, evrim olur.

Hep denir ya, “Eskiden insanlar birarada yaşamayı başarırdı.” İstanbul’da yaşanıyor muydu bu?
Evet vardı ama azınlık olan yurttaşlarla İstanbulluların bir yaşaması vardı. Yahudiler, Rumlar, Ermeniler bir arada yaşıyordu ama aynı zaman dilimi içinde yine bütün İstanbul içinde “Bu kara çarşaflılar yine hortladı” gibi endişeler yaşanırdı. Bugünkü hava 1960’ta da vardı. O kara çarşaf giymenin altındaki yoksulluğun sebeplerini, yaşam biçimi itibariyle kapanmaya mahkûmiyetin zorunlu olduğunu pek düşünmezlerdi. Ama unutmamak gereken şudur; birlikte bu kadar iyi yaşanırken, nasıl oldu da 6-7 Eylül gibi çocukluğumun en korkunç olayı oldu? Allah korusun, bugün böyle bir şey inşallah katiyen yaşanmasın ama o zaman patlak veren küçük bir kıvılcımla birden bire insanlar Müslüman, Türk, Hıristiyan, gavur diye ayrılıverdi.
6-7 Eylül’e dikkatle bakıldığı vakit, pek de o kadar birlikte yaşamadığımız ortaya çıkar.
Elbette aynı mahalledeki insanlar buna çok üzüldü ama komşular arasında üzülmenin dışında bir şey olmadı. Biz Rum vatandaşlarımızın ağırlıkta olduğu Cihangir semtindeydik o zaman. Bu olaya baktığımız vakit hiç de o kadar iyilikle yaşamadığımız ortaya çıkıyor.

Nasıl hatırlıyorsunuz o zamanlar Beyoğlu’nu?
Çok Rum vardı. Rumlar 6-7 Eylül’den sonra gitti, parti parti. Musevilerin bir bölümü de ayrıldı. Sıraselviler’deki pastaneler renkli yumurtalarla, çikolata tavşanlarla dolup taşardı Paskalya geldiği vakit. Sonra çok ciddi bir azınlık nüfusu vardı İstanbul’da. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler. Yok ki artık, kaç tane Rum kaldı İstanbul’da? Berberimiz Rumdu, kasap Rumdu, bakkal Rumdu, mezecimiz Ermeniydi, doktor Yahudiydi. Hepsi semtin insanıydı. Hepsi azınlık yurttaşıydı. Parti parti gitti hepsi. Bir kısmı yaka paça gitti. Hatta denir ki; büyük sermaye sahipleri arasında 6-7 Eylül’ü daha önceden haber alıp, ellerindeki parçaları çok ucuza satıp, olaydan önce ayrılanlar olduğu söylenir.

"6-7 Eylül’ü unutamam"
Çok iyi hatırlıyorum. Çok küçüktüm ama öylesine alışılmışın dışında bir olay ki. Çocuklar alışılmışın dışındaki olayları hiç unutamıyor. Cihangir’de oturuyorduk, Beyoğlu’nda ufak tefek olaylar varmış lakırdısı geldi kulağımıza. Sonra bu birden bire “Orada da varmış, burada da varmış” diye büyümeye başladı.
İşten eve gelen beylerin söylediğiyle bütün İstanbul’da bir hareket olduğu anlaşıldı. Bu hareket çok geçmeden Cihangir’in bizzat kendisine sıçradı. Savoy Pastanesi şimdiki yerinde değildi, pastanenin bütün camları kırılmıştı.
Benim çok sevdiğim kütük pastalar, dondurmalar hep sokaklardaydı. Teyzem bize sığındı, “Bütün Beyoğlu yok oldu” dedi. Ertesi gün çıktık, hakikaten Beyoğlu kalmamıştı. Korkunç bir cinnettir 6-7 Eylül.
İki olay, sonrasında beni çok düşündürdü, biri bu, biri de 27 Mayıs. Büyük bir özgürlük hareketi olarak karşılanmıştı 27 Mayıs. Babam, Teknik Üniversite’de öğretim görevlisiydi.
Menderes birkaç gün önce “Üç beş kara cübbeli mi bu memlekette” diye hakaret etmişti. Çok sevindiler o yüzden evde. Ama bir iki gün sonra dayımı cezaevine attılar.
İlk o olay oldu, sonra Yassıada’ya da götürüldü dayım. Birkaç ay sonra babam üniversiteden 147’liler arasında kovuldu. Birikimimiz de yoktu. Sevincin yerini endişe, keder aldı. O olay beni büyük kitle hareketi gibi gözüken şeylerin karşısında daha ferdi, münferit kalmayı öğretti. Her şeyin demokratik rejim içinde çözülmesi fikri, sanıyorum o olayların etkisiyle başlamıştır bende.

Gündelik hayatta neler değişti?
Başlı başına bir yaşam değişikliği var, alışveriş merkezleri en büyük değişim bence. Kültür değişti. Bütün yeni nesiller, çocuklar oralara gitmeye bayılıyor.
Üstelik oraya gidenlere baktığınız vakit laiklerle İslamcılar arasında büyük bir uyum var. Orada hiç problem çıkmıyor. İşin içine ekonomik birlikler girdiği vakit, büyük fikir ayrılıkları törpülenebiliyor demek ki. Biz tam tarihin ortasına yapıyoruz bunları.

Sizin gençliğinizde tanıdığınız yazarlar, ortaya çıkan eserlerle bugünküler arasında fark yok mu?
Böyle bir fark var elbette.
Bizi yetiştiren edebiyat adamları biraraya geldiği vakit, son baskı kaç adet basıldı, ne kadar satıldı diye konuşmazdı. Ben Yaşar Kemal’in de sofrasında bulundum, başkalarının da, hiç kimse ne ona sormuştur, ne de o konuşmuştur. İnsanların hepsi bir kelime, bir cümle arayışındaydı. Şimdi bakıyorsunuz, biz yaştakilerde dahil olmak üzere, insanlar bir araya gelindiği vakit, kaç adet sattı, kaç adet basıldı, bir başka satış yarışının derdinde artık.
Edebi değer, topluma hizmet değil, sadece bir kartvizit ve satış derdine düştü insanlar.
Artık buna edebiyat mı demek lazım? Hangi formülü kullanırsak daha iyi satarız diye düşünmeye başladı insanlar. Böyle bir formülle henüz bir şey yazmadım ama yarın yazmayacağım anlamına gelmiyor bu. O sohbetler, masalar 80 sonrası dağılmaya başladı. Aslında tabii 1980 yılında insanları zapturapta almak üzere yapılmış hareketlerin, Kenan Evren ve yanındaki insanların “Sanat da böyle olmalıdır” anlayışıyla dikte ettirdiği sanat anlayışının sonunda da birtakım şeyler değişime bağlandı.
İnsanların, mutlaka hemen hepsinin bir politik görüşü vardı. Yeni nesiller üzerinde politik görüş yok edildi.

Anılarınızda değişen zamanları anlatırken, Cahide Sonku’ya da sık sık ver veriyorsunuz...
Cahide Hanım hayranlık duyduğum bir insandır. Hem şöhreti, hem parayı elinin tersiyle iterek geri verdi topluma. O bana çok çarpıcı geliyor. Bir keresinde Beyoğlu’ndaki Cumhuriyet Meyhanesi’nde gördüm. Onun üst katında, artık yıkılış dönemiydi. Bütün içtiği içkilere rağmen aktris olduğunu hemen anlıyordunuz.
Bir de Beyoğlu’nda Yeşilçam Eczanesi’nde madeni kumbaralarla telefonlar vardı. Bir kadın geldi, telefon etti ve sonra, “Borcumu eda edemeyeceğim, ben Cahide Sonku, bize para vermediler” dedi.

Onun hali, İstanbul’a benziyor biraz değil mi?İstanbul’da da var öyle bir hal evet, başkaları har vurup harman savurmuş ama İstanbul da o harmanda bulunmuş.

"2010 Kültür Başkenti projesinden umutlu değilim"

İstanbul’dan bir Kültür Başkenti çıkar mı?
Bilemiyorum, bana sorarsanız inşallah çıksın. Çok ciddi bir problemle karşı karşıya o proje. Hiç kimsenin bir hazırlığı yok ama herkes buradan ekonomik bir imkân sağladı. Bir yığın kitap çıkacakmış. Ben bir komisyondaydım, iki toplantı sonra nazik bir şekilde ayrılmak arzusu duydum. Çok zor bir organizasyon, umarım iyi olur. Bana iyi olacakmış gibi gelmiyor.

Danışma kurulundan niye ayrıldınız?
Ben komisyondan ayrılmak isteyerek, rica ettim. İçinde büyük para dönen işlerin daima birtakım sorunlara yol açacağı fikrindeyim. Bu bir gönüldenlik meselesi. Bu gönüldenlik meselesi tekliflerle, ihale yollarıyla olduğu vakit çok zor olur gibi geliyor bana. Yapılan hazırlıklara bakıyorum, hiç tarih bilinci yok ki bizde. Bu, eğitim olarak da insanlara aşılanmıyor. İnsanda kendinden oluşmaz bu, okuyarak oluşan bir şeydir. Oldum bittim Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyet de dahil Bizans’ı bir yok sayma vardır Türkiye’de. Tarihte de Osmanlı, Selçuklu’yu görmemeye çalışmış. Halbuki Selçuklu mimari açıdan çok büyük, kültürel birikimleri açısından çok büyük ama Osmanlı’da çok büyük bir birikimi yok Selçuklu’nun. Zavallı Bizans da iyice yok adledilmiş...

"Aşk’ı okumak kabahat mi?"
Edebiyatçılar arasında yine sohbetler sofralar oluyor ama bir ülküsü olmayan sofralar olmaya başladı. Çok ilginçtir, daha çok okuma isteği ve edebiyatın ister bireysel olsun, ister toplumsal bir ifadesi olması gerektiği düşüncesi daha çok İslamcı kesimde bugün. El değiştirdi. Okuma çabaları saygın ve dikkat çekici. Hırs bulaştı edebiyata ve başarıya karşı saygısızlık da oluşmaya başladı. Orhan Pamuk ya da Elif Şafak’a yapılan hareketler, buradan kaynaklıyor. Niye sevinilecek bir şey olmasın herkesin Aşk’ı okuması. “Aşk’ı okudum” diyenlere kınayarak bakılıyor.

Röportaj: Ayça Örer

Kaynak: Taraf

 

 

Etiketler

  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER Teknoloji Haberleri
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
Kaliteli elit escort bayan profilleri ile birlikte güvenle beraber olabileceğiniz mecidiyeköy escort kadınlarını bulabilirsiniz. Buna yakın olan esenyurt escort reklamlarınada bakmayı unuttmayın.

bursa escort bayan görükle bayan escort

bursa escort görükle escort

  HAVA DURUMU
GAZETEMİZ
  ANKET Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
  NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
  HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI