bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - bursa escort - bursa escort - escort bursa - escort bursa -
izmit escort şişli escort istanbul escort anadolu yakası escort bayan
Bugun...
SON DAKİKA

Kamal Atatürk ve Abdullah Öcalan'ın İslâm'a Bakışları ve Sonuçları

 Tarih: 30-11--0001 00:00:00
Fatih Tezcan



‘Türk Modernleşmesi’ olarak da ifade edilen sürecin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ün“Hissiyatımın babası Namık Kemal, fikriyatımın babası Ziya Gökalp’tir” sözü bilinir.

Bu sözde yok ama pek çok sözünden biliyoruz ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün Pozitivizm’in kurucusu Auguste Comte’den etkilenişi en üst seviyededir.
Biz buna Atatürk’ün Fransız İhtilali’ne duyduğu özeniş dolu hisleri de eklediğimizde ortaya bir de Napolyon Bonaparte figürü çıkmaktadır ki konuyla alakalı olarak, Fikret Başkaya’nın ‘Paradigma’nın İflası’ adlı eserindeki ‘Bonapartist Rejim’ tanımlamasını buraya almayı kâfi buluyoruz.
…
Başta kendine veya ‘nev’i şahsına münhasır/kendine özgü pozitivist fikriyatına’ duyduğu güven olmak üzere birçok sebepten dolayı, Eski Osmanlı/Yeni Türkiye’de din’in etkisini minimalize etmeye çalışan Mustafa Kemal Atatürk, sosyal hayattan kovulmuş ve tamamen kişiselcileştirilmiş bir din projesini tatbik etmeyi bir sözünde ‘Vatanı kurtarmaktan daha mühim bir vazife’ olarak belirlemiştir.
Yaşadığı dönemde olduğu gibi günümüzde de bazı akademisyenlerin, yüksek mevkilerdeki askeri görevlilerin ve devlet erkânının zaman zaman ‘tanrı’ zaman zaman ‘peygamber’ güzellemeleriyle andıkları Mustafa Kemal Atatürk’ün, İslam peygamberi Hazreti Muhammed Mustafa hakkındaki görüşleri,
her ne kadar Kemalist ideologlar tarafından bazen ‘Komunizm korkusu’ bazen ‘halk desteğini kaybetmekten çekinen populist bir refleks’ ve fakat genelde, Kemalizm’in temel prensibi olan ‘pragmatizm/yararcılık’ icabı toplumdan saklansa da,
bu ifadelerin el yazısı ile kaleme alınmış olması ve ‘Bir ihtimal Atatürk’ün olmayabilir!’kuşkusu ile laboratuarlarda defaten bilimsel analizlere tabi tutulması ve sahibinin Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran insan olduğunun şüpheye yer vermeyecek açıklıkta ortaya çıkması,
Kemalist ideolog Munis Tekinalp’in (Mois Cohen) ‘Türk’ün yeni dini olarak belirlediği Kemalizm’in Mustafa nam bu mimarının -biz demiyoruz ama doğal olarak ortaya çıkan tabirle- ‘rakip peygamberi’ Hazreti Muhammed ve Elçiliği hakkında ne düşündüğüne açıklık getirmektedir.
ATATÜRK VE İSLAM’A BAKIŞI
1932 senesi Lise Tarih derslerinin 2. sınıflara hitab eden kitaplarında Atatürk’ün Hazreti Muhammed hakkındaki görüş ve yorumlarına şu haliyle tanık olabiliyoruz:
“MUHAMMED\'İN PEYGAMBERLİĞİ
Muhammed\'in peygamberlik vazifesine nasıl başladığını izah etmek en nazik ve en müşkül meseledir. Muhammed’in bir melek ile ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed\'in, isteyerek böyle söylediğini de ileri sürenler olmuştur.
Bu faraziyeleri bir tarafa bırakmak ve meseleyi ilim ve mantık çerçevesi içinde müteala etmek daha doğru olur. Kuran\'da öğrendiğimize göre, Muhammed hiç değişmeden yaşamış bir insan değildi; oda  hayat ve hadiselerin zaruri icapları karşısında adeta her gün değişmiştir. Muhammed, iptida allahın resulüyüm diye ortaya çıkmamıştır; bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisinde hasıl olmuştur.
Asıl meselenin hal noktası şuradadır: Bütün iptidai kavimlerde olduğu gibi Araplarda da, şairlerin akıl erdirmedikleri kuvvetlerden ilham aldıklarına inanılırdı. Bu kuvvetler Araplar için Cinler idi. Cinler, güya kahinlere de gaipten haber vermek kudretini ilham ederdi. Bu nevi itikatlar Arabistan\'da her zaman o kadar canlı ve derin olmuştur ki Muhammed dahi cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştır.
Hakikaten cinlerin şairlere şiir ilham ittiğine kani idi. Muhammed\'in İsa ve Musa dinlerine dair öğrendikleri de bu itikadını kuvvetlendirmiştir. İsa\'ya atfolunan mucizelerin çoğu cinleri tardetmekten ibarettir. Muhammed dahi bütün cinleri habis ruhlar gibi telakki etti. Ve onları şeytanlarla bir tuttu.
Fakat Muhammed diğer taraftan tabiat fevkinde bir kuvvetin ilhamlarına maruz kaldığına inandı. Muhammed ilhamlarını cinlerden almadığı ve fakat cinlerden yüksek olan allahtan aldığını söyler. Bu sebeple Kuran ayetlerinin manzum değil mensur olduğunu delil gösterir.
Muhammed başlangıçta her halde şedit bir heyecana maruz oldu. Bir takım dini endişeler ve vicdani mülahazalarla samimi surette üzüldü. Muhammed namuskar, samimi ve menfaat fikrinden ari  olarak ortaya atıldı. Onun gayesi ırkdaşlarının ahlak ve dinini ıslah etmekti.
İLK VAHİY
Muhammed\'in peygamberliğinin başlangıcına dair bir çok eski rivayet vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatte peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve belki de mazbut değildir.Kuran sureleri Muhammed\'e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdir. Muhammed\'in beyan ettiği sureler uzun bir devirde dini tefekkürlerinin mahsulü olmuştur. Muhammed bu surelere birçok çalıştıktan ve tetkikler yaptık tan sonra edebi bir şekil vermiştir. Mama fi kendisini tahrik eden batıni amilin yukarda söylediğimiz gibi tabiatın üstünde bir vücut olduğuna kani idi.
Muhammed\'İ harekete geçiren bir amil samimi heyecanlar olmuştur. Muhammed daha sonra irticalen dini hitabede bulunan bir vaiz oldu. Vaizlikten nebiliğe, nebilikten de nihayet allahın resulü haline geçti.
İçinde yaşadığı insanların manevi menfaati için ve büyük bir hakikat namına mücadeleye atılmış olan Muhammed, sonunda dini bir imparatorluğun mutlak reisi ve bütün dünyaya hakim olmak iddiasını besleyen muharip bir dinin müessisi sıfatı ile ömrünü bitirdi. Bu iki netice münhasıran Muhammed in kendi manevi ve fikri kuvvetinin mahsulü idi.
Muhammed\'in neşrettiği din, insanların kalplerinde derin bir ihtizaz uyandırdı. O ölüp gittiği halde on üç asır sonra hala islamiyetin kalplerde ihtizaz husule getirmekte olduğu his olunuyor. Bu harikanın sebebini araştırırken yalnız Muhammed\'in şahsı üzerinde durmak kafi değildir. Başka unsurları da nazarı dikkate almak lazımdır. O unsurlar, mevzuu bahs olan adamın faaliyet sahasını teşkil eden kavmin halleridir. Her halde içtimai heyet Muhammed\'in ilk telkinlerini bati bir tekâmül ile tadil ve tevsi etmiştir
Bu iddiaların gayesi Arabistan\'da Muhammed\'den evvel dini bir hareket mevcut olduğunu ispata çalışmaktır. Yani Muhammed kendinden evvel bir dini hareket sahiplerinden istifade etmişti ve o hareketi benimsenmiştir denmek isteniyor. Bu fikir tarihi bir esastan mahrumdur. Hakikatte cenubi Arabistan\'ın bazı mahdut havalisi hariç olmak üzere orta ve şimali Arabistan kabileleri arasında dini bir  tekâmül hareketinin ufak izleri bile yoktur. Peygamberden evvel putperestliğin haricinde bir allah tanıyan din ve mezhep saliklerini Hanif namı altında yâd ederler. Bunları Muhammed\'in selefleri ve İslamiyet fikirlerinin ilk naşirleri gibi gösterirler.
Bu Hanif kelimesi enasıl Arapça değildir. Bu kelime İbrani, Arami ve Süryani lisanlarında hemen hemen aynı manada olmak üzere mevcuttur. İbrani ve Arami lisanlarında Hanif kelimesinin manası "Allahsız, dinsiz", Süryani\'deki mana ise "murdar"dır. Bu manalar daha sonraları "yalancı, mürai" ve nihayet  "müşrik" manasına tahavvül etmiştir.
Muhammed tarafından bu tabire verilen esaslı mana " bir ve hakiki allaha tapan kimse" gibi görünüyor. Muhammed Kuranda Hanif kelimesini oniki defa, yani altı defa Mekki surelerde ve altı defa da Medeni surelerde kullanmıştır. Bunların sekizinde Hanif tabirini İbrahim milletini yahut İbrahim dinini tasvir ve tarif için kullanmıştır.
Hakikatte Muhammed\'in ilham aldığı ihtimali olan, bu uydurma selefler değildir. Bu ilham vericiler  Arabistan\'ın Hıristiyanlığı kabul eden sekenesi arasında da değildi. Bunları Yahudiliğe meyleden kimseler arasında aramak lazımdır.”
Harfiyen alıntılanan bu satırların arasından bir pasajı önemine istinaden ayrıca buraya almayı uygun buluyoruz:
“Kuran sureleri Muhammed\'e açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdir. Muhammed\'in beyan ettiği sureler uzun bir devirde dini tefekkürlerinin mahsulü olmuştur. Muhammed bu surelere birçok çalıştıktan ve tetkikler yaptık tan sonra edebi bir şekil vermiştir. Mama fi kendisini tahrik eden batıni amilin yukarda söylediğimiz gibi tabiatın üstünde bir vücut olduğuna kani idi.”

Bu bilgilere ulaşmak herhangi bir kütüphaneye gitmekle mümkün olabildiği gibi, halen Ergenekon tutuklusu olarak Silivri Cezaevi’nde bulunan Doğu Perinçek’e yakınlığıyla bilinen Kaynak Yayınları, bu ifadeleri içermesiyle önem arz eden kitabı ‘tıpkı-basım’ tekniğiyle yakın zamanda yeniden piyasaya sürdü.
Tekraren ifade etmek gerekirse, biz, Atatürk Cumhuriyeti’nin bilimsel üniversitelerinin laboratuarlarında tetkik ve tahlil edilmelerine rağmen, üzerinde, Atatürk’ün olmadığına dair en ufak bir kuşku bulunmayan ve Kemalizm’in ideologlarından sayabileceğimiz Atatürk’ün manevi evladı pek tabiî ki Kemalist olan Afet İnan’ın da aktardığı el yazılarını, şimdilik, Atatürk’ün Kur’an ve İslam’a bakışı konusunu aydınlatmaya yeterli buluyoruz.
Esasen, birçok konuşmasında Mustafa Kemal, Kur’an’ın Allah’tan değil, -haşa- ‘Arab’ın biri’nin elinden olduğunu iddia etmiş ve çok sert sözler de söylemiştir ama bu yazıdaki kıyasın hassasiyeti gereği sadece bilimsel analize uğramış el yazılarını kale almayı uygun buldum.

ABDULLAH ÖCALAN VE İSLAM’A BAKIŞI
Karşılaştığı engelleri aşmada, çözüme giden yolu açmada pragmatizmi kullanmayı olmazsa olmaz gören Kemalizm’in son otuz senede ‘Güneydoğu Halkı’nın Sekülerizasyonu/Din’den Uzaklaştırılma Projesi’ni uygulamaya soktuğunu görmek şaşırtıcı değildir, belki egemen sistem adına gecikmiş ve mecbur kalınmış bir faaliyet olabilir…
Bu projenin baş sorumlusu olarak atanan isim Abdullah Öcalan, Kemalist üniversitede eğitim almış, Kemalist devletin memuru olarak vazife yapmış, eşinin babası Mit’de albaylık yapmış bir isim…
Biz bu noktada aynı noktaya dikkatleri çekecek ve ‘Kürt direniş örgütü’ profili çizen Pkk adlı yapının liderliğine getirilen Abdullah Öcalan’ın, İslam peygamberi Hazreti Muhammed hakkındaki görüşlerini, “Din Sorununa Devrimci Yaklaşım” adlı kendi kitabından alıntılarla paylaşacağız:
“...Muhammed İlk Çıktığında Ticaret Yaptığında Bunlarla Temas Kurar. Yahudi Tüccarlarını Tanır Ve Yahudi Tüccarların Ne Kadar İnsafsız Olduğunu Gözlemler... Demek Ki Muhammed İki Dini De Kabul Edemez. Çünkü Ticari Çıkarlarına Karşıdır...”
“...Muhammed \'\'Ben Yalnız Arapların Peygamberiyim\'\' Demez; Çünkü Bu O Zamanki Koşullara Denk Gelmez. Yine, İsa\'\'Ben Tanrıyım\'\' Diyor. Bu Nedenle Muhammed Kendi Kendisini Tanrı Da İlan Edemez. Yapması Gereken En Uygun Şey Nedir. Geleneklere De Dayanarak, Kendisini Tanrının Elçisi; Bütün İnsanlığın Peygamberi İlan Eder. Hem De En Son Peygamber! Bu Tez Günün Koşulları Açısından Son Derece Gerçekçi Ve Devrimcidir.”
“...Kılıca Gerçekten Çok Sıkı Sarılır. O Zaman Kılıcın Rolüne Bakalım; Kılıç Çekildi Mi El-Aman Dilenir, Herkes Kılıcın Korkusuyla İmanı Tanır... Kılıcın Rolü Vardır. İdeolojinin Rolü Vardır...”
“...Ölümü Bir Türlü Kabul Etmeyen İnsanın Cennet Ve Öbür Dünya Tasarımı Da Mutluluk İçgüdüsünün Hayal Âleminde Tatmin Olmasıdır...”
“....Onların Temel Görevi İslamiyetin Yüceliğini, Allahın Yolu Olduğunu Hergün Tekrarlasalar Da-Sosyal Gerçekliğe Ve Milli Gerçekliğe Muazzam Bir Şovenist Dayatmadır. Tarih Bunun Engin Çabalarıyla Doludur. Kürtlerdeki Din Adamlarının Da Görevi Bundan Öteye Değildir...”
Her iki liderin, Hazreti Muhammed ve İlk Vahiy ile ilgili görüşleri ardı ardına okunduğunda karşılaşılan tablo çok ilginçtir.
‘Özendiği öğretmenin veya kitabından bir şeyler aşıracağı yazarın engellenemez etkileyiciliğinin psikolojik baskısı altında kaldığı izlenimi veren ifadelerinde Abdullah Öcalan’ın, yarım asır önce kaleme aldığı satırlarda görüşlerini serdeden Mustafa Kemal Atatürk ile ideoloji ortaklığını saklayamadığı açıkça görülmektedir.
SONUÇ: ABDULLAH ÖCALAN VE PKK’NIN, ‘DOĞU’NUN DİN’DEN UZAKLAŞTIRILMASI’ PROJESİNDEKİ ROLÜ
Her iki liderin yakın çevresinin de birbiriyle nasıl uyum içinde olduğunu anladığımızda,
Baştan beri altını çizdiğimiz yönüyle pragmatist Kemalizm’in, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne isyan bayrağı açtığını iddia eden Pkk’yı, ‘Şafi Güneydoğu Halkı’nı, direniş gibi görünen bir duygu yoğunluğu içerisinde tedricen dinden uzaklaştırma projesi’nde kullandığı bütün netliğiyle önümüze çıkar.
Abdullah Öcalan’ın emriyle, seksenli yılların ortalarında, ‘cahil ve dinci halka’ esasen Kürtler’in binlerce senelik renkleri olan sarı-kırmızı-yeşil’in ‘yeşil’inin ‘İslam’ın yeşili’ olduğunu empoze etmeye çalışan üst düzey Pkk militanlarının şimdilerde adı konulmamış bir ‘gönüllü Zerdüşt misyoner birliği’ profili içerisinde bölgede pan-Zerdüştist propagandalar yapmaları, ücretsiz Zend-Avesta’lar dağıtmaları verilebilecek yüzlerce örnekten sadece birkaçıdır.
Bütün bunlarla beraber, her şeyden habersiz Kürt Halkı’nın Pkk’ya verdiği desteğin ‘denize düşenin yılana sarılması’ deyimiyle açıklanmasından başka bir yolunun olduğunu da değerlendiremiyoruz.
Bir eliyle kirli bir deniz üreten ve insanları bu denize atan diğer eliyle ise bu denizde kendi yol haritasına sadık kalacak bir yılanı besleyen Kemalist Paradigma, deşifre olma ve çözülme sürecine girse de, fotoğrafa en geniş açıdan bakıldığında ortaya çıkan manzara korkunçtur.
Her iki tarafın ağzına doladığı ‘şehadet’ propagandaları eşliğinde toprağa düştüğü görülen on binlerce ‘iflah olmaz Sünni vatandaş’,
Birbirine -görece- uzaklaşan kardeş iki Müslüman kavim,
Kürt Halkı’nın demokratik sözcüleri olduğu iddiasında olan ama toplumunun öz değerleriyle hiçbir alakası olmayan Kemalist Kürt kimlikler,
Söz gelimi, “TSK neden bu kadar sert davranıyor, anlamak zor, zira biz olmasak Güneydoğu’ya şeriat gelirdi” diyebilen Abdullah Öcalan’ın avukatı ve DTP Milletvekili Hasip Kaplan’lar, Zana’lar,
Kürt Meselesi’nde PKK’dan farklı yol ve çareler üreten kimlikleri öldüren fakat TSK bünyesinde muvazzaf olduklarını öğrendiğimiz silahlı eller her ne kadar tüyleri diken diken etse de, sonuçta duyduğumuz, gördüğümüz, bildiğimiz tüm gizemli işbirliklerinin altında, işte bu yazıda ifade ettiğimiz ‘Kemalist ve Öcalanist fikriyat birlikteliği’ vardır.
Evet, bu oyun Kemalizm adına tam adıyla bir kazan-kazan oyunudur.
Zira, PKK ‘yenilse’ ve Güneydoğu bir şekilde ve tam anlamıyla Kemalizm’e ‘boyun eğdirilse’ elitist çizgisinden ötürü halkın refah ve mutluluğunu değil jakobenizm tatminini önemseyen‘Kemalizm kazanmış olacak;
Diğer ihtimalde ise PKK öngörülemez bir sapmayla kontrolden çıksa veya PKK’nın yönetim kademelerindekilerin seküler perspektifleri bölgede kabul edilse dahi, bölge ‘en azından’ irtica tehlikesinden arındırılmış ve böylelikle ülkenin diğer bölgelerindeki anti-Kemalist İslami yapılarla girilecek olası işbirlikleri temelinden dinamitlenmiştir.
Kısacası, ben kendi el yazılarından yola çıkarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve PKK’nın kurucu lideri Abdullah Öcalan’ın, İslam’a, Kur’an’a ve İslam Peygamberi’ne olan gerçek bakışlarını paylaştım.
Daha önce katıldığım bir televizyon programında Laik Sistemli Türkiye’nin kurulmasındaki Batı ve İsrail elini ve esasen genç Türkiye’nin kurulmasına ‘Batılılar’ın Güvenlik Kaygıları’ nedeniyle dinden uzak bir konseptte izin verildiğini anlatmıştım, dilerseniz izleyebilirsiniz.
Hepsini birlikte düşündüğünüzde Diyarbakır Cezaevi’nde Kürtler’e yapılan sistematik Kemalistişkencelerden Güneydoğu’daki köy boşaltma ve yakmalara, Ergenekon’dan, Genelkurmay’ın Heronları’na, CHP’li yöneticilerden gelen bazı sözlere BDP’nin kırptığı gözlere kadar pek çok şeyi daha iyi idrak edebilirsiniz…
Fatih Tezcan
fatihtezcan@hotmail.com
AnalizMerkezi.com

  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI