bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - bursa escort - bursa escort - escort bursa - escort bursa -
izmit escort şişli escort istanbul escort anadolu yakası escort bayan
Bugun...
SON DAKİKA

Suriye'de Direnen Halk'la 5 Gün! -İlk Gün İlk Yaralı-

 Tarih: 16-08-2011 20:13:26
Fatih Tezcan
Suriye’de İlk Günüm - Suriye’deki Olaylar Neden ve Nasıl Başladı?

Havalimanından Hatay’ın merkezine geçtiğimiz şoför ile yaptığımız kısa ve sıcak muhabbette, Hatay’ın demografik yapısının, Suriye’de olanlardan nasıl etkilendiğini anlamıştım.

16 Temmuz Hareketi’ni hatırlattığımda o da mezkûr tarihteki konvoy gelmeden biraz önce Hatay’da düzenlenen eylemden söz etti.

Şehirdeki Aleviler, Beşar Esad yanlısı bir eylem düzenlemişlerdi. Ancak şoförün aktardığı bir şey daha vardı ki, o çok ilginçti. Bu eylem sırasında bir kadın kalabalığa doğru bağırıp, ‘Siz yalan söylüyorsunuz! Beşar Esad, katilin ve diktatörün tekidir!’ gibi sözler söyleyince kitle tarafından kovalanmış ama esnaf’ın araya girmesi ve ağırlığını koymasıyla, doğruları söylemekten korkmayan bu kadın fazla yara almadan kurtulmuştu.

Şu anlık olay dâhi, Suriye’deki alevî-sünnî farklılığının ve bunun devlet-halk bazındaki uyumsuzluğunun, Türkiye’de yıllardır bir mezhep gerilimini ve hatta ‘mümkünse çatışmaya evrilmiş halini’ görmek isteyenler için, nasıl da bulunmaz bir ‘nimet’ olduğunu hatırlamamıza yardımcı olmalı.

Misallendirirsek,
Siz, Kenan Çamurcu’nun, 16 Temmuz Hareketi için sarf ettiği ‘İkinci Madımak’ı yakmaya gidiyorlar!’ türü deli saçmalarının, durduk yerde nasıl bir gerilime neden olduğunu biliyor musunuz?

Bu sözlerin üzerine, 16 Temmuz Gençleri tarafından yazılmış süsü verilen ve bölgedeki bazı alevi gruplarına gönderilen ‘Sizi yakmaya geliyoruz!’ mealindeki provakasyon e-maillerini de hesaba katın…

Nasıl?
Nefis bir oyun değil mi…

Allah’tan hem hareketin sözcüleri ve katılımcıları hem de bölgenin alevî liderleri ‘oyunu’ anında çözmüşlerdi de mevzu, iki tarafın da bir kusuru olmamasına rağmen birbirinden helallik istedikleri hikmetli bir sıcaklıkta noktalanmıştı.

Kompeksli kâhinler, Suriye’deki BAAS zulmünü unutup, Türkiye’de yakılacak Madımak hayalleri üzerinden ‘Esedist analizler’ geliştirecek denli çıldırırken, Hüsnü Mahalli de boş durmuyor, Esed devrilirse Suriye’de iç savaşın çıkmasını mukadder görüyordu.

Suriye’de son 5 ayda sadece 500 kişinin öldüğünü ve bunun yarısına yakınının da polis ve askerlerden oluştuğunu iddia eden Beşar Esad yönetiminden sonra, Türkiye sözcüsü Mahalli, rakamı 900’e çıkarıp ölen Suriye polisi sayısını da 400’e çıkartmayı ihmal etmiyorken, yıllardır Türkler’in gönüllerini kazanmak için İsrail’e karşı takındığı o ‘şahin’ konuşmaları, mesele Suriye’de İsrail’in 7 misli can alan BAAS’a geldiğinde şahin’imiz bir anda nasıl da şair’leşiveriyordu…

Gerçekten birileri böyle mi düşünüyorlardı?
Gerçekten Suriye’de bir ‘iç savaş riski’ var mıydı?
Yoksa Suriye’de iç savaş falan çıkmayacağı halde bunu dillendirerek Türkiye’ye verilen ince bir gözdağı mı söz konusuydu?

Bunu anlamak için yapmam gereken tek şeyi yapıyor, bir taksi ile Haleb’e doğru yola çıkıyordum.

Sınırdan geçişte çantamın üstünkörü aranması, şoförün uzun süre askerlerle sohbet etmesi, ‘dikkatimi çekmeyen anormallikler’ olmuştu.

Aynı şoförle yolculuğumuz esnasında güzel bir diyalog kuruyor, çocuklarımızın İslam nizamı üzere terbiyesi için Allah’a dualar edecek boyutlarda dinî temelli fasıllara giriyorduk.
Tâ ki şoförün yanında oturan ve benimle hiç konuşmayan, yaşça daha genç şahsın, Haleb’e kısa bir mesafe kala, şoför arabadan indiği bir sırada arkaya dönüp şoför için bana ‘Jandarma’ demesine kadar!...

Tüylerim diken diken olmuştu…

‘Deşifre’ olduysam ve analiz merkezi’nden yazılarımı kaldırmama ve facebook’tan hesabı silmeme rağmen gazeteci kimliğim ortaya çıkarsa olacak en hafif şey, dayağımı yiyip meşhur Esad cezaevlerine tıkılmam ve bir süre sonra sınır dışı edilmem olurdu ki, bu bile pek hoş bir durum olmazdı hani!...

“Ve ente/ Ya sen?” dediğim bu tip kendisi için de ‘polis, akva polis’ (polis’ten kuvvetli bir birim) dediğinde ben ‘ma mâna akva’ diye üsteledim.

Şoför arabaya binerken bizim konuştuğumuzu görmüş ve bir anda o ‘tombiş adamcağız’ sinirlenmişti.

Bana ‘ne diyor sana’ dedi, ben de ‘akva polis mi diyor nedir anlamadım, akva nedir abi?’ diye cevaplayarak gevezeliğin patentini Suriye Polisi olduğunu anladığım adama verdim.
İşte o an, yolculuk boyunca ‘Allah Esad’ı Islah Etsin!’ sözünden başka bir açık vermediğime dua ediyordum çünkü arkadaşının asker olduğunu boşboğazlıkla açıklayan polis, yüksek sesle çekilen bir fırçaya muhatab oluyordu!

‘Bakma ona sen; o polis ama ben değilim.’ diyen şoför, ‘Abi, bana ne Allah aşkına, kim neyse nedir yahu!’ tarzı bir cevab aldığında rahatlıyordu!

Halep’te beni karşılayan Alevî ailenin iki de güzel süprizi vardı.
İlki, şahane bir Arap Sofrası’nda, balıkla açılan iftar ve ikincisi ise Suriye’deki olayların ilk alevlendiği yer olan Der’a’ya en yakın kentte, yani Neva’daki direnişin başlamasına tanıklık eden bir gençle tanışmaydı.

Daha önce Suriye’de bulunmuş ve oradaki Esed Korkusu’nun insanları nasıl zombi’leştirdiğini yakinen görmüş birisi olarak, Der’a’da olayların nasıl başladığını öğrenmek benim için her açıdan çok önemliydi.

Genç direnişçiyle karşılaştığımızda ikimiz de heyecanlıydık.
Sordum, anlattı.
Der’a’da birkaç genç, bir duvara, Arap Baharı’nın en bilinen sloganını yazmışlardı.
‘EşŞab Yurid İskat En Nizam!’
Yani, Halk Rejimin Düşmesini İstiyor!

Bunu gören polisler, yaşları 10-18 arasındaki bu bir grup çocuğu tutuklamış, karakola götürmüş ve işkence etmişlerdi.
Durumu haber alana babaları, karakola koşmuşlar, çocuklarını istemişlerdi.

Der’a’nın özelliği gereği toplum aşiretlerden oluşuyor ve dayak yiyen çocukların hepsi aynı zamanda aşirete bağlı, dolayısıyla babaları, başlarından yöresel sarıklarını çıkarıp karakoldaki ceberut polis şeflerinin önüne koyduğunda, bu apaçık bir meydan okumaydı!

Ne var ki çocukları tanınmaz hale getiren karakol amiri, on yıllardır Suriye’de rutinleşmiş hakaretlere bir yenisini ekleyeceğini zan edip çocukların babalarına dönüyor ve ‘Çocukları bırakırız ama bir şartla! Annelerini de buraya getireceksiniz!’ diyordu.

Ben bunları dinlerken anlamamıştım ve öyle saflığıma geldi ki ‘Neden, kanunen çocuklar annelerine mi veriliyor?’ deme gafletinde bulundum.

Aynı zamanda Beşar Esad’ın bir akrabası olduğu iddia edilen bu karakol amiri, vereceği cevabın sonra nelere mal olacağını hesab edememiş ve çocukların babalarının şaşkın bakışları arasında ‘Annelerini getirmezseniz bırakmıyoruz! Siz terbiyeli çocuk yapamamışsınız! Biz yapacağız!’ diyordu!...

İşte bu son küstah cümle, Beşar Esad’ı Hüsnü Mübarek ve Muammer Kaddafi gibilerinin ardına takacak bir isyanın, başkaldırının, direniş dalgasının fitilini ateşleyen bir tahrik olurken, karakoldan ayrılan aşiret liderleri halka durumu anlattıklarında, karakol, halk tarafından çocukları daha fazla ailelerinden uzak tutamayacak bir hale getiriliyordu!

Sonra Neva…
Dera’da olaylar patladıktan hemen sonra Neva’daki ilk cum’a hutbesinde imam, Dera’ya uyulmaması, ‘fitne’ çıkarılmaması yönünde konuşmalar yapmaya kalkınca, karşımda oturan genç ayağa fırlıyor ve ‘Sen Peygamberin minderinden konuşup işkenceci bir katili savunmaya utanmıyor musun!’ diyerek haykırıyordu!

Direnişçi gencin o minbere tüneyen BAAS imamına ‘Allah ve Resulu’nun yanına başkasının adını koyamazsın!’ türünden çıkışına halk anında destek veriyor ve imam aşağı indirilip gönderiliyor, Dera’da yanan özgürlük ateşi bir kente daha sıçramış oluyordu.

Baktım, baktım ve sonra dayanamayıp, bunu yapan gence kalkıp sarıldım…
Halep hakkında bir saat kadar sohbet ettikten sonra Maaratul Numan’a gitmek üzere yola koyulduk.

Vardığımızda durumu birbirlerine anlatmakta zorluk çektiler.
Zira benden önce ne bir gazeteci ne bir yazar, hiç kimse bölgeye gitmiş değildi; bilakis, fırsatını bulan bölgeden kaçmaya çalışıyordu.

Üstelik ben Türkiye’den geldiğimi ve ısrarla Hama’ya gitmek istediğimi söylediğimde, kafaları iyice karışıyordu.
Anlayamıyorlardı ve kesinlikle haklıydılar…
Zaten ben de tartışmıyor, bir yandan ikram edilen meyveleri yerken diğer yandan akıllarının yerlerine oturmasını bekliyordum…
En sonunda anladılar…

Bir evdeydik ve tebessümler düşmüştü çok tedirgin yüzlere…
İlk gözyaşım o zaman geldi gözlerime…
Bu şehirden 30 şehid verilmişti çünkü ve ikramları getiren ev sahibimiz de belinden yaralanmıştı…
Pansumanı belindeyken meyve tabağını yere koyuyordu ve ben mahcubiyetten ne yapacağımı şaşırıyordum…

Meğer 3 çocuk sahibiymiş ve daha da fazla istiyormuş ama BAAS mermisi, bir tarafından girip diğer tarafından çıkarken, Şam’daki Beşar Esad ona bir daha çocuğu olamayacağını haber veriyormuş…

Açtı, pansumanını gösterdi…
Bu gördüğüm ilk yaralıydı…
Ama son olmayacaktı…
Sonraki Suriye’deki günlerimde göreceğim 2 erkekte daha yaklaşık aynı yerlerden alınmış kurşun yaraları vardı ve o 2 kişinin de çocuğu olmayacaktı…
Bu tesadüf olamazdı…
Bu düşünceler ve fazlası içinde sabaha dek bir evde misafir olduk.
Ve sonra, Suriye’deki ilk sabahımda yola koyulduk…
Hama’ya veya en uygun zamanı kollamak üzere Hama’ya en yakın noktaya doğru…


Yarın: Hama’nın Direniş Sözcüsü’nden Sünni-Alevi ve Osmanlı Vurguları!

Fatih Tezcan
fatihtezcan@hotmail.com

Bu yazıyı www.facebook.com/fahrifatihtezcan sayfasında da yorumlayabilirsiniz.

  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
YUKARI