bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - escort bursa - bayan escort - escort bayan

bursa escort - bursa escort - bursa escort - escort bursa - escort bursa -
izmit escort şişli escort istanbul escort anadolu yakası escort bayan
Bugun...
SON DAKİKA

Laisizm Türkiyeye Ne Sağladı 3

Fertlerin ve toplumun iç dünyasında çift kişiliğe yol açarak bireysel ve toplumsal anlamda ruhi bir bunalıma yol açan, memleketi içeride haksızlıklarla yüz yüze getirip parçalanmanın tohumlarını atan laisizm dışarıda da Türkiye'yi ideolojik saplantı doğru
facebook-paylas
 Tarih: 03-01-2010 12:03:00

Laisizm Türkiyeye Ne Sağladı 3

 

 

Ahmet Yılmaz / Analiz / Dogruhaber

Cumhuriyet Dönemi dış politikasını ideolojik açıdan belirleyen üç esas vardır: Laisizm, Batıcılık ve ulusçuluk. Ancak, Batıcılık ve ulusçuluğun laisizmin bir neticesi olduğu düşünülürse asıl belirleyici etken laisizm olmuştur.

Laisizm, dış politikada Türkiye dışındaki Türkler ve İslam dünyası ile ilişkiler konusunda somut bir şekilde kendisini göstermiştir.

LAİSİZM DIŞARIDAKİ TÜRKLERİ ÖZLERİNDEN UZAKLAŞTIRDI

Osmanlı'nın manevi mirasını reddeden Türkiye'ye Batılılar tarafından(1), Avrupa sınırları içindeki Türkler üzerinde vesayet hakkı tanınmıştır. Gerek Orta Asya gerek İslam dünyasının diğer yerlerindeki Türklerle idari, hatta sosyal bir bağ kurması yasaklanan, ulusçu sistemin Turancılığı değil, sadece Türkiye Türkçülüğü denen ulusçuluğu devletin resmi politikası haline getirmesine izin veren Batı'nın Türkiye'ye Balkanlar ve Kıbrıs Türkleri üzerinde vesayet hakkı tanıması çok anlamlıdır.

Laisist ulusalcı sistem, bu vesayeti İngiltere'nin değişik emeller beslediği Kıbrıs(2) hariç Türkiye'ye göç ettirme ve Kıbrıs da dahil Avrupa Türklerini laik bir çizgi üzerinde tutma yönünde kullanmıştır.

Bu politika doğrultusunda Balkanlardan Türkiye'ye milyonlarla ifade edilen bir Türk göçü yaşanmıştır. Türkiye; bu göçü kolaylaştırmış, teşvik etmiş; gelenleri en iyi yerlere yerleştirerek ödüllendirmiştir. Göç, Avrupa'nın da laisist ulusçuların da emellerine hizmet etmiştir.

İslam dünyasında din ve devlet ilişkileri açısından ülkeler değişik sınıflara ayrılmaktadır. Türkiye, Suriye, Arnavutluk ve Tunus gibi ülkeler laisizmi tercih etmiş. Dinin hem devlet işlerinin hem toplum yaşamının dışına atılması için mücadele etmiştir. Suudi Arabistan gibi ülkeler ise yönetimin oluşumu ve dış işleri konusunda laisisttir, hiçbir şekilde ilahi iradeyi dikkate almamaktadır. Bu ülkelerin dış politikasının bazen İslam'ın çıkarları ile denkleşmesi tamamen kraliyetin çıkarları ile İslam'ın o anki çıkarlarının tevafukken buluşmasından ibarettir. Bu ülkeleri yarım laik saymak mümkündür. Bu yarı laikler, özellikle iç uygulamalarına bakıp onlardan dış politikada İslami bir tavır bekleyen Müslüman kitleleri hayal kırıklığına uğratmaktadır.

Çünkü göç, Balkanlar denen Güneydoğu Avrupa'yı kendisini o coğrafyanın asli sahibi gören Müslüman nüfustan arındırıyor, yekpare(homojen) bir Avrupa emeline hizmet ediyordu. Laisist ulusçular da bu göçten Türkiye'deki nüfus çoğunluğunu Türk ırkından olanlardan oluşturma ve laisizme kitlesel destek sağlama yönünden yararlanmak istiyorlardı.

Balkanlardaki Türkler daha Osmanlı döneminde birçok yönden İslam pratiğinden uzaklaşmışlar, fikir olarak laisizme ilgi duymaya başlamışlardı. Laisist ulusçu sistem, Balkan Türklerini göç ettirme politikası güderek Türkiye'de laisist fikirlere kitlesel bir destek sağladı. (Ki bugün CHP gibi partiler en büyük desteği onların yerleştirildiği Trakya ve Ege vilayetlerinde almaktadır) Ama bütün teşviklere rağmen göç etmeyenlerin Balkan ülkelerinin(3) kendilerine yönelik zulmüne karşı çözümü İslam'da aramalarının önüne geçti.  Onları yerine göre sadece laik, yerine göre laik milliyetçi bir çizgi üzerinde tutma politikası yürüttü ve bu politikada büyük ölçüde başarılı oldu.

İslam'dan uzaklaşan Balkan Türklerinin manevi boşluğunu sadece ulusçulukla doldurma fikri bugün tıkanmış, hatta iflas etmiş ve onların Batı toplumları içinde erimesi tehlikesini doğurmuştur.

Dil ve sözde ulusal kültür, Avrupa'ya işçi olarak giden kimi Müslümanların dinsizleşip Batı toplumları içerisinde kendi aidiyetlerini unutmalarına engel olamadığı gibi Balkan ve Kıbrıs Türklerinin de özlerini korumalarına yetmemiştir. Dinden uzaklaşan bir kısım Kıbrıs halkı kendisini Rumlar gibi hissetmekte ve Rumlardan ayrı olmaya bir anlam verememektedir. Rauf Denktaş gibi ulusçuların uç nokta ulusçuluğu aradan din farkı kalkınca bırakın halkı, kendi torunlarının bile Rumlaşmaya sempati duymasını engelleyememiştir.(4) Bulgar Türkleri arasında ise Hıristiyanlaşıp Bulgarlaşma tehlikesi, bizzat Diyanet İşleri tarafından açıklanmıştır. Buralarda dinden uzaklaşmanın teşviki durumunda Türkiye'nin dış çıkarları açısından büyük önem arz eden bu toplumlar Türklüklerini tamamen unutacaklardır. Bu yönüyle laisizm, Türkiye'nin dış Türklerle ilgili dış politikası için bir sıkıntı kaynağı olmuş, Türkiye'nin dış çıkarlarına zarar vermiştir.(5)

LAİSİZM, TÜRKİYE'Yİ İSLAM DÜNYASINDAN UZAKLAŞTIRDI

Hilafeti kaldıran, ezanı Türkçeleştiren, Ka'be Arabın olsun diyerek İslam'ı Araplara has kılıp Araplar aleyhinde aşağılayıcı fikirler üreten laisist ulusçuluk, Türkiye'nin etrafını saran İslam dünyası ile ilişkisini kesti, böylece kendi coğrafyasında ideal bir dış politika üretmesine engel oldu; Türkiye'yi yalnızlığa sürükledi, manevi ve maddi zarara uğrattı.

Laisist sistem, çağdaşlık üzerinden adeta yeni bir kardeşlik fikri geliştirdi. Bu fikir doğrultusunda İslam dünyasının kardeşliğini reddedip neredeyse bütün İslam ülkelerini düşman ilan ederken Osmanlı'yı parçalayan Batı ülkelerini müttefik ilan etti, bu ülkeleri çağdaşlıkta örnek alma konusunda adeta ağabey hatta murşid olarak gördü. Neticede İslam dünyasından uzaklaştı, Batı'nın ise sadece kapısında durabildi, bir bakıma Batı'nın kapı nöbetini tuttu ama içeri girip o çok düşlediği dünya rahatlığına da kavuşamadı.

20. yüzyılda İslam dünyası ile ilişki, Türkiye'yi tarihi birikimiyle siyasi ve ticari anlamda öncü, üretici ve organizatör yapacak; Batı'yla ilişki ise Türkiye'yi emir kulu, tüketici ve organize edilen konumunda bırakacaktı. Laisistler, bunu biliyorlardı. Ama laik bir ülkenin yeri, laik ülkelerin yanıdır fikri doğrultusunda hareket ettiler. Batı'yla kesin itaate dönüşen bir ilişkiyi tercih ettiler.

Laisizm, ilk dönemde ateist bir karakter gösterdi, doğrudan Allah'ın varlığına iman fikriyle mücadele etti. Ancak hiçbir zaman “Ben, dinsiz bir toplum oluşturuyorum” iddiasını dillendirmedi. Bunun önündeki engel, ne kimi laisistlerin Allah'ın varlığına inanması ne de ulusçu laisist cephenin halktan korkmasıydı.

Türkiye, Batı Avrupa'nın vesayeti altındaydı ve Batı Avrupa, dinsizliği o günlerde ciddi bir tehlike haline gelen komünizmle özdeşleştiriyor; dinsizliğin bir devlet politikası haline getirilmesini iyi karşılamıyordu. Sistem, her yönüyle bağlı olduğu bu bloktan korkmasaydı ve Rusya'yla kaynaşmayı çıkarına aykırı bulmasaydı laisizmi ateizme dönüştürürdü.

Aslında Allah'ı tanımamakla yani ateizmle ilahi iradeyi sosyal, siyasi ve ekonomik işlere karıştırmama iddiası(deizm) arasında fark yoktur. Biri dini zihinlerden siliyor,  diğeri sosyal, siyasi ve ekonomik hayatın dışına atarak vicdanlara hapsediyordu. (Sistem, deizmin toplumda kendiliğinden ateizme dönüşmesini ummuş ama amacına ulaşmamıştır.) Nitekim ateizmi tercih eden komünist ülkelerle Türkiye arasında dinin konumu açısından bir dönem hiç fark kalmamıştır. Hatta komünist Yugoslavya gibi ülkelerin İslami kurumlara bakışta Türkiye'nin ilerisinde olduğu dönemler bile olmuştur.

Bu yönüyle laisizm, Müslüman Türkiye halkının onurunu kırdı. İslam dünyasından ayırarak manen parçalanmışlığa ve dolayısıyla huzursuzluğa sürükledi. Yeşil sermaye fişlemelerine yol açarak İslam dünyası ile ticaretin önünü kapattı, Türkiye'yi çevresinden soyutlayarak maddi kayba uğrattı ve yoksulluğa mahkûm etti.

Bugün Türkiye'nin Batı'yla itaati aşan onurlu bir ilişki geliştirmesi ve İslam dünyasıyla kaynaşıp manevi ve maddi refaha ulaşması ancak laisist yaklaşımdan vazgeçmesiyle mümkündür. Aksi halde bugünün dünyasında, bağımsız varlığını sürdürme tehlikesiyle yüz yüze kalacaktır.

NETİCE

Laisizm, Türkiye'ye bir şey kazandırmamış; aksine Türkiye'nin bugünkü neredeyse bütün sorunlarının kaynağı olmuştur. Bu bağlamda,

1. Fertlerin ve toplumun manevi huzurunu bozmuş.

2. Ulusçuluğu besleyerek ırkçı uygulamalara neden olmuş, Türkiye'nin bütünlüğünü tehlikeye düşürmüş.

3. Toplumun önemli bir kesimini eğitim öğretimin dışında tutmuş, bilimi ideolojikleştirmiş; ülkenin gelişmesini engellemiş.

4.Türkiye'yi dışarıda güdümlü bir politikaya mahkûm etmiş, İslam dünyasından koparmış, her yönüyle Batı'ya bağımlı hale getirmiş; bağımsızlığından uzaklaştırmış, dışarıdaki Türkleri de özünden uzaklaşma tehlikesiyle yüz yüze getirmiştir.

5. Türkiye'nin içeride huzursuzluktan kurtulması ve parçalanma tehlikesini aşması; dışarıya gerektiği gibi açılıp ekonomik bir atılım yapması ancak laisizmden kurtulmasıyla mümkündür. Bunu kapsamayan hiçbir açılım, memleketin huzura kavuşmasına yetmeyecektir.

LAİSİZMİ KİMLER DESTEKLEDİ?

1. Ateistler: Abdullah Cevdet gibi, Allah'ın varlığına inanmayanlardır. Bunlar gerçek kimliklerini ancak 1927'den sonra açığa vurdular. O güne kadar “Biz de inanıyoruz ama…” söyleminde kaldılar.

2. Deistler: Allah'ın varlığına inansa da Aristo mantığının bir yansıması olarak Allah'ın dünya işlerine karışmadığını iddia edenlerdir. Türkçülerin bir kısmı ve bazı liberaller bu görüşteydi.

3. Milliyetçi- Muhafazakâr laikler: Çoğu, Türkçülerden oluşuyordu. Hedefinden sapmış bazı sözde din adamları ve tarikatlar da bu noktada konumlanmışlardı. Bunlar, o günün Türkiye'sinin laikleşmezse Batı tarafından kabul görmeyeceğini ve parçalanıp yok olacağını düşünüyor, kendilerince laikliği maslahat gereği savunuyorlar ve cesaret buldukları ortamlarda, din ile devleti birbirinden bağımsızlaştırma iddiasındaki sekülarizmi öneriyorlar. Devlet laik olsun ama halkın inancına karışmasın, diyorlardı.

4. Reformcular: Cemaleddin-i Afgani'nin fikirlerinden sadece “yenileşme”yi alıp onun İslam'ı ayağa kaldırma fikirlerini yeterince özümsemeyen kimi isimlerden oluşuyordu. Mehmet Emin Yurdakul ve Seyid Efendi onların en çok bilinen ve laisizme en çok hizmet eden isimleridir. Bunlar, özellikle hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi konularda sistemin uygulamalarını kendi reformcu-Vahhabi tezleri doğrultusunda meşrulaştırma yoluna gitmişler, bu konuda hilafet görevini bir kurul olarak TBMM yerine getiriyor diyecek kadar halkı sisteme inandırmaya yönelik çabada görev almışlardır.

 

Dipnot:

(1) Vesayet hakkı Lozan başta olmak üzere Türkiye'ye antlaşmalarla resmi olarak verilmiştir.

(2)Kıbrıs'ı kendisine bağlı tutmak için, adanın Rumların öncülüğünde bağımsızlaşmasına ve Yunanistan'la birleşmesine karşı çıkan İngiltere, 20.yüzyılda Rumların adanın tek sahibi haline gelmesini engellemek için adada Türk nüfusun azalmasını istememiştir.

(3)Müslüman Türkler, başta Bulgaristan olmak üzere özellikle komünist Balkan ülkelerinden çok ağır bir zulüm gördüler. Bu zulmün tabii olarak bir İslami direniş oluşturması gerekiyordu ancak Türkiye'nin onlar üzerindeki etkisi bunu engelleyen ana etkenler içinde yer aldı.

(4)Bizzat Rauf Denktaş'ın torunu Rum pasaportu almış, diğer bir deyişle gizlice Rum vatandaşı olmuştur.

(5) Bunun neticesinde Türkiye bugün gerek Kıbrıs'ta gerek başta Bulgaristan olmak üzere diğer Balkan Türkleri arasında laisist politikaya ara verip dini hizmetlerin önünü açmak ve teşvik etmek zorunda kalmıştır.

Etiketler

  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  DİĞER Yaşam Haberleri
  • BUGÜN ÇOK OKUNANLAR
  • BU HAFTA ÇOK OKUNANLAR
  • BU AY ÇOK OKUNANLAR
Kaliteli elit escort bayan profilleri ile birlikte güvenle beraber olabileceğiniz mecidiyeköy escort kadınlarını bulabilirsiniz. Buna yakın olan esenyurt escort reklamlarınada bakmayı unuttmayın.

bursa escort bayan görükle bayan escort

bursa escort görükle escort

  HAVA DURUMU
GAZETEMİZ
  ANKET Tüm Anketler
Web sitemize nasıl ulaştınız?
  NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
  HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI